Sergi Soruşturan Demokrasi
Anadolu'nun Solan Rengi: Süryaniler fotoğraf sergisi ve fotoğrafçıları
soruşturma altında
Diyarbakır Fotoğraf Grubu tarafından 1995 yılından beri prospektif
belgesel bir çalışma olarak planlanan ve daha öncesinde 1999 yılında
İstanbul, Ankara ve 2000 yılında Erzincan'da sergilenen fotoğraf
sergisinin 1 Kasım-15 Kasım 2001 tarihleri arasında Bilgi Üniversitesi,
Sayın Turgut Alaca'nın katkılarıyla Diyarbakır Devlet Güzel Sanatlar
galerisinde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünden izin alınarak sergilenmesini
takiben sergide fotoğrafları bulunan fotoğrafçılar hakkında İçişleri
Bakanlığı'nın izni ile bakanlıklar düzeyinde bir soruşturma başlatılmıştır.
Avrupa Birliği'ne tam üyelik amacıyla uyum yasalarının birbirinin
ardı sıra çıkartıldığı bu günlerde bu yasalara imza atan bakanların
izni ile bir fotoğraf sergisi ve sergiyi oluşturan fotoğrafçılar
hakkında ortaçağ zihniyetinde başlatılan bu soruşturma ne anlama
gelmektedir? Yapılan uygulama başta sergi fotoğrafçıları olmak üzere
geniş bir çevre tarafından hâlâ anlamlandırılamamıştır. Perhizde
mi yoksa lahana turşusunda mı karışıklık olduğu hâlâ olay tarafından
taciz edilenler tarafından anlaşılamamıştır. Bu soruşturmanın gerekçesi
için soruşturmayı açan bakanlık tarafından ve fotoğraf sanatçısı
Sayın Bakan İsmail Cem tarafından bir açıklama beklediğimizi
tüm kamuoyuna bildirmek istiyoruz.

Diyarbakır
Fotoğraf Grubu (DİFOG)

Mazlumder:
ABD Esirlere insan muamelesi yapmalıdır
Afganistan'da yaşanan olayları insan hakları perspektifinden değerlendirmek
ve son dönemde artan endişelerimizi aktarmak istiyoruz. Bildiğiniz
gibi 11 Eylül Saldırıları sonrasında ABD güçleri Afgan yönetimine
ve el-Kaide örgütüne savaş ilan ederek yoğun bir bombardıman gerçekleştirdi.
Saldırıların başladığı günden bu yana uluslararası insan hakları
örgütlerini de zaman zaman açıklama yapmaya mecbur bırakan bir dizi
hukuksuzluk ve hak ihlalleri gerçekleşti. Bu ihlaller, ABD güçlerinin
saldırılarında da yerel güçlerin birbirileriyle olan mücadelelerinde
de çok kaba bir şekilde gözler önüne serildi. Uluslararası hukuk
açısından zaten kabul edilemez olan saldırılara ek olarak Kabil
başta olmak üzere birçok şehirde yaşanan yağma, talan ve linç olayları
bunlardan bazılarıydı. Bugün ise insan hakları açısından daha kaygı
verici ve insanlık onurunu tamamen ayaklar altına alan bir dizi
uygulama yaşanmaktadır. ABD güçleri yakaladıkları Taliban ve el-Kaide
mensuplarına hiçbir uluslararası sözleşmeye uymayan muamelelerde
bulunmaktadır. 371 esirin bir kısmı Küba yakınlarındaki Guantanamo
üssüne götürülmektedir. Bu kişilerin hukuki statüsü kasden belirlenmemekte
ve bunlar hiçbir hakkı olmayan insanlar olarak değerlendirilmektedirler.
Başlarına çuval geçirilmiş, elleri ayakları zincirlenmiş ve uyuşturulmuş
olarak 13 bin kilometrelik bir mesafeye götürülen bu insanların
temel haklarının tamamen ortadan kaldırılması ise başta İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesi olmak üzere Birleşmiş Milletler bünyesinde
deklare edilen bir çok konvansiyona aykırıdır. ABD Savunma Bakanı
Rumsfeld'in "hiçbir hakları olmayan yasadışı savaşçılar" olarak
adlandırdığı bu kişilerin bir savaş esirinin sahip olması gereken
haklara dahi sahip olamaması ABD'nin hukuk zemininde değil, kin
ve nefret zemininde hareket ettiği izlenimi vermektedir.

1949 yılında imzalanan Cenevre Sözleşmesi ile savaş sırasında ele
geçirilen esirlere haklar tanınmaktadır. Bu hakların başında esirlerin
kültürel ve dini inanışlarına uygun beslenmesi, içecek su, temizlik
ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanması, dış dünya ile iletişim kurması
ve yakınlarıyla mektuplaşması yer almaktadır. Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 5. maddesine göre hiç kimse
işkenceye, zalimane, gayri insani ve haysiyet kırıcı muameleye tabi
tutulamaz.

Bir insanın suçlu olması onun tüm haklarının ortadan kaldırılabileceği
anlamına gelmemektedir. Suçlu olan insan verilen cezayı çekecektir,
ancak bu cezayı insan olarak sahip olduğu diğer hakları ve onuru
ortadan kaldırılmadan çekmelidir. 1990 tarihli "Herhangi bir biçimde
tutulan veya hapsedilen kişilerin korunması için prensipler Bütünü"
olarak deklare edilen Birleşmiş Milletler kararı "Herhangi bir biçimde
tutulan veya hapsedilen bir kimse, insaniyetin ve insanın doğuştan
sahip olduğu İnsanlık onuruna saygının gerektirdiği bir biçimde
muamele görür." demektedir.

Değerli Basın Mensupları, insan haklarını sürdürülebilir bir kavram
olarak koruyabilmenin yolu çifte standardı ortadan kaldırabilmekten
geçmektedir. Hakların hukuk zemininde tüm dünya insanları için geçerli
olabilmesi bu haklara duyulan saygınlığın bir gereğidir. Eğer bu
noktada çifte standart, keyfilik ve hukuksuzluk yaşanırsa, bundan
dünya barışı büyük yara alır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Bildirgesi'nin 2. maddesi "İster bağımsız ülke uyruğu olsun, ister
vesayet altında ya da kendi kendini yönetmeyen bir ülke olsun, ister
başka bir egemenlik sınırlaması altında bulunsun, bir şahıs hakkında
uyruğu bulunduğu ülkenin siyasal, hukukî veya uluslararası statüsünden
kaynaklanan herhangi bir ayırım yapılamaz."demektedir. Hiçbir kural
tanımayan ve insanlık onurunu ayaklar altına alan bu çağdışı görüntülere
dünya kamuoyu sessiz kalmamalıdır.

Bu kişilerin hukuki statülerinin belirsizliği kadar önemli olan
diğer bir husus da yargılamanın nasıl olacağıdır. Taliban mensuplarının
uluslararası bir mahkeme yerine, ABD denetiminde bir askeri mahkemede
yargılanmaları diğer bir hukuksuzluk örneği olacaktır. Ayrıca Küba'ya
ait olan ancak sözleşmelerle ABD'nin elinde olan Guantanamo Üssü'nde
bu yargılamanın gerçekleştirilmesi tutukluların ABD federal kanunlarındaki
temyiz hakkını da ortadan kaldırmaktadır. Oysa Evrensel Bildirgenin
10 maddesi Herkesin hakları, yükümlülükleri veya cezai nitelikteki
her türlü suçlamalar konusunda davasının tam bir eşitlikle, bağımsız
ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakkaniyetle ve açık olarak görülmesi
hakkına sahip olduğunu söylemektedir. Bu tutuklular her yönden keyfi
ve sahipsiz bir ortamda sıkışmış durumdadırlar. Bu kişilerin kimliği,
ideolojisi veya görüşü ne olursa olsun bizim için önemli olan temel
insan hak ve özgürlüklerin ve hukuk normlarının tüm yerkürede geçerli
olması, ayrımsız şekilde tüm dünya insanına uygulanmasıdır. Burada
yaşanacak bir zafiyetin veya kuralsızlığın bundan sonra daha büyük
ihlallere yol açabileceği, örneklik teşkil edeceği ve yerleşik düzenleri
sarsacağı unutulmamalıdır.

ABD'nin tutuklulara uyguladığı kötü muamelenin dünya kamuoyunca
görülmemesi için basın ve haberalma/verme hakkını engellemesi de
gerçek yüzünü açığa çıkartan bir uygulamadır. Pentagon sözcüsü Amiral
Craig Quigley'in bu yasağa gerekçe olarak Cenevre Konvansiyonunun
esirlerin aşağılanmasını yasakladığını göstermesi ise özürü kabahatinden
büyük bir ayıptır.

Biz MAZLUMDER olarak, dünyanın ortak değeri olan insan haklarının
ve hukuk normlarının keyfi ve çifte standartlı uygulamalar ile çiğnenmesini
kınıyor, bu utanç tablosunu kaygı verici buluyoruz. Dünya kamuoyunun
yaşanan hak ihlalleri ve uygulanan çifte standartlı tavır ile mücadele
etmesini insanlık ve evrensel hukuk adına talep ediyoruz.

Greenpeace: Türk hükumeti Aliağa Gemi Söküm Tesisleri'nde tehlikeli
atık yasağının çiğnenmesine göz yumuyor
Batı, zehirli
gemilerini Türk sahillerinde söktürüyor

Greenpeace bayrak gemisi Rainbow Warrior'dan (Gökkuşağı Savaşçısı)
gelen Greenpeace eylemcileri, bugun İzmir-Aliağa Gemi Söküm Tesisleri'nde
sökülmekte olan İsviçreli bir şirkete ait "Star of Venice" adlı
gemiyi işgal ederek asbest gibi zehirli maddeler içeren gemilerin
Türk sahillerinde sökülmesine son verilmesini talep etti. Tırmanıcılar
gemiye 60 m2'lik üzerinde "Zehirli Gemiler Giremez" yazan bir pankart
astılar. Açılan pankart şiddetli rüzgardan yırtıldı ve polis tarafından
çekilerek alındı. Bir grup Greenpeace gönüllüsü "Star of Venice"
gemisinin üzerine "Zehirli Gemiler Giremez" ve "Best" adlı başka
bir söküm için getirilmiş geminin üzerine de büyük harflerle "No
Toxic Ship Trade" (Toksik Gemi Ticaretine Hayır) yazdılar. Greenpeace'in
Aliağa'daki gemi söküm tesisleri ile ilgili yaptığı araştırmalar
Türkiye'deki gemi sökümu faaliyetlerinin bölgenin -dioksin gibi-
zehirli maddelerle kirlenmesine ve işçilerin ve çevrenin tehlikeye
atılmasına neden olduğunu kanıtlamaktadır.(1)

Türkiye'deki gemi söküm tesislerine gelen yabancı bayraklı gemilerin
çoğu - 20 yaş üstü eski gemiler olduklarından- depolarında, gövdelerinde
ve makine ve ekipmanlarının bir parçası olarak toksik (zehirli)
maddeler içermektedir. Türkiye kağıt üzerinde bu türdeki tehlikeli
atık ticaretine karşı kendini koruyabilmek için yeterli yasal araçlara
sahiptir. Buna karşın, var olan "Tehlikeli Atıkların İthalinin Yasaklanması"na
ilişkin yasal düzenlemeler Türkiye'ye ithal edilen hurda gemilere
uygulanmamaktadır (2). Ayrıca, her beş yılda bir yenilenmesi gereken
"gayri sıhhi müessese" izinleri gemi sökümü yapan şirketlere gerekli
koşullar yerine getirilmediği halde verilmektedir. Yetkili kurumların
gorevlerini ihmal ettiği ve bu yasadışı işleme göz yumdukları açıktır.

Türkiye'de sökülen gemilerin en az %50'si Batı Avrupa'dan gelmektedir.
Avrupa Birliği, üyeliğe aday ülkelerden yüksek çevre ve sağlık standartları
talep etmektedir. Greenpeace Türkiye gibi ülkelerden bu standartları
talep eden Avrupa Birliği'ni(AB) denizcilik endüstrisinin Türkiye'ye
yolladığı gemilerin tehlikeli maddelerden arındırılmasını sağlayarak
kendi pisliğini temizlemeye çağırmaktadır.

Greenpeace Akdeniz Ofisi Toksik Atık Ticareti Kampanya Sorumlusu
Erdem Vardar eylemin yapıldığı alanda basına şunları açıkladı: "Denizcilik
endüstrisinin tehlikeli atıklarını Türkiye gibi ülkelere yollayarak,
insanları ve çevreyi bilinen en zehirli maddelere maruz bırakmaları
cezasız kalamaz. Avrupa Birliği aslında şizofrenik bir konumdadır,
çünkü Avrupa Birliği üyeliğine aday ülkeleri yüksek çevre standartları
getirmeye zorlarken kendi 'arka bahçesine' zehirli atıkların boşaltılmasına
izin vermektedir. Kendi yasalarına rağmen bu zehirli atık ticaretine
göz yuman Türk Hükumeti ve ülkeye yasadışı tehlikeli atık ithal
eden Gemi söküm şirketleri de en az AB kadar sorumludurlar."

Türkiye'de her yıl yüze yakın gemi sökülmektedir. Greenpeace gemilerin
sökülmesine karşı değildir, ancak bu gemilerin tehlikeli atık boşaltımı
için bir bahane olarak kullanılamayacağını garanti altına almak
istemektedir. Greenpeace zehirli hurda gemi ticaretinin bugünlerde
İsviçre'nin Cenevre kentinde tartışılan uluslararası Basel Yasağı'nın
kapsamına alınmasını talep etmektedir(3).

Vardar "Aliağa'daki gemi sökümu tesislerinin durumları Hindistan
ya da Çin'dekilerden daha iyi değil" dedi. "Hem tesislerde, hem
de yakın çevrede oturan köylülerin hurda parçalar topladığı açık
atık alanında, asbest içeren malzemeler ve son derece tehlikeli
kimyasallar tespit ettik. Bu da insanların sağlığının ve çevrenin
büyük risk altında olduğunu göstermektedir."

Greenpeace'in talepleri:
1. Türk Hükumeti zehirli maddeler içeren hurda gemilerin ithalatını
derhal durdurmalıdır.
2. Gemi sahipleri, hurdaya çıkan gemilerini Aliağa'ya söküme göndermeden
önce, gemilerindeki tüm zehirli maddeleri temizletmelidir.
3. Aliağa Gemi Söküm Tesisleri'ndeki insanlık dışı çalışma koşulları
derhal düzeltilmelidir. Bunun için gemi söküm şirketleri derhal
gerekli yatırımları yapmaya zorlanmalıdır.

Daha fazla bilgi için: Erdem Vardar, Greenpeace Akdeniz Toksik
Atik Ticareti Kampanyası Sorumlusu,
Tel: 0212 292 76 19/20 ya da Cep: 0533 564 28 80;
email: [email protected]

Tolga Temuge, Greenpeace Akdeniz Kampanyalar Yoneticisi, Cep: 0533
214 87 76 Aliağa'daki Gemi Sökümü faaliyetlerinin perde arkasını
da içeren video ve fotoğraflar Greenpeace Akdeniz Ofisi'nden temin
edilebilir.

Tel: 0212 292 76 19-20 Faks: 0212 292 76 22
(1) Aliağa Gemi Söküm Tesisleri'ndeki Çevre, Sağlık ve Çalışma Koşulları
hakkındaki Greenpeace Raporu, www.temizuretim.org
adresinden temin edilebilir.

Asbest gemilerde özellikle yanmama özelliğinden dolayı ve yalıtım
gücü ve kimyasal olarak nötr olduğu için kullanılmıştır. Gemilerin
sökümü sırasında asbest çevreye yayılmaktadır. Asbest tozunun düşük
konsantrasyonları bile ciğerlerde yara benzeri dokuların oluşmasına
ve solunum güçlüklerine sebep olmaktadır (asbestozis) ve kanserojendir.
Dioksin insanoğlunun çevreye yaydığı en zehirli maddelerden biri
olarak kabul edilmektedir ve yüksek derecede kanserojendir.

(2) Türkiye 1995'te "Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği" ile
tehlikeli atıkların Türkiye'ye ithalini yasaklamıştır (Resmi Gazete
27.08.1995 no. 22387) ". Bu yönetmeliğe göre tehlikeli atık içeren
hurda gemiler de tehlikeli atık kapsamındadır ve bu da yasağın ihlal
edildiği anlamına gelmektedir (Çevre Bakanlığı 2001).

(3) "Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Taşınması ve Bertarafının Kontrolüne
ilişkin Basel Konvansiyonu", diğer adıyla "Basel Yasağı", OECD ülkelerinden
OECD üyesi olmayan ülkelere tehlikeli atıkların ihracatını yasaklamaktadır.
Türkiye bu Konvansiyon'a 20 Aralık 1994'te taraf olmuştur.

(4)
www.greenpeaceweb.org/shipbreak

|