Anakültür:
Teşekkürler
Şeker
bayramı nedeniyle, www.alisbagis.com.tr
adresinin E-KART hizmetini kullanarak, anakültür'e bağış
yapanlara; bu hizmetten anakültür'ün yararlanmasına olanak
tanıyan, www.alisbagis.com.tr
ailesi ve Yapı ve Kredi Bankası'na en içten teşekkürlerimizle...
ŞİMDİ, önümüzde bir firsat daha var! YENİ YIL tebriklerinizle sevdiklerinizi
sevindirirken, bir kez daha anakültür'e katkıda bulunmak
için, bir fırsat daha... Bir tık, bir e-kart, bir tık daha ve anakültür'e
bir bağış daha yapmak için...

www.alisbagis.com.tr
Sevgiyle,
Anakültür

Bir
AB Projesi için elemanlar aranıyor
Avrupa
Birliği destekli bir proje için ihaleye giren uluslararası bir konsorsiyum
tarafından elemanlar aranıyor. Proje, kadın girişimciliğini desteklemek
ve kadınları küçük aile işleri kurmaya ve yönetmeye tesvik etmeyi
amaçlıyor. Proje kapsamında, Ankara, Bursa, Çorum, Denizli ve İçel'de
kurulacak "İş Destek ve Eğitim Merkezleri" için "Yerel Koordinatörler"
aranıyor. Çalışma süresi minimum 18 ay. Aranan özellikler:
- Çalışacağı kenti ve çevresini iyi tanımak, iş hayatı, küçük işletmeler,
özellikle de kadın girişimcilerin sorunları hakkında bilgi sahibi
olmak (Söz konusu kentlerde yaşıyor olmak ya da oralı olmak tercih
nedeni)
- Planlama, organizasyon ve yönetim becerisine sahip olmak
- Mükemmel iletişim yeteneği ve akıcı İngilizceye sahip olmak.
- Bu alanda (Küçük ve orta ölçekli işletmelere gelişim ve destek)
beş yıl iş deneyimine sahip olmak
- "Toplumsal cinsiyet rolleri " konusunda duyarlı olmak.

7
Ocak haftası mülakat yapılacağından, ilgilenenler:
Dr. Serap OĞUZ'a (Cents International,Tel: 0216 347 2987,
e-mail: [email protected] )
CV'lerini acilen yollayabilirler.

Anti
MAI'den Arjantin'deki çöküş hakkında
Bilgi Notu

Arjantin'de
yaşanan olaylar tüm dünya kamu oyunun baş gündemi haline gelirken,
ülkemizde de konuyla ilgili özellikle belli basın ve medya organlarında
yer bulan bir dizi tartışmanın -her zaman olduğu gibi- emekçi yığınları
yanlış yönlere kanalize etme, kafaları bulandırma amacına hizmet
ettiği görülmektedir. Çalışma Grubumuz, bu nedenle ve tartışmaların
doğru, tutarlı ve sağlıklı bilgiler zemininde sürdürülmesi ve emekçilerin
tartışma ve analizlerini kolaylaştırması amacıyla konuyla ilgili
bir bilgi notunun hazırlanmasının yararlı olacağını düşünerek aşağıdaki
çalışmayı yapmıştır.

Öncelikle
Arjantin ekonomisinin son 10 yılını özetle bir gözden geçirmekte
yarar vardır. Ülke, 90'lı yılların başında - uluslararası finans
kurumlarının onayı ile- sabit döviz kuru sistemini seçmiş ve bankacılık
sistemini konsolide etmiştir. Bu süreçte, enflasyonun kontrol altına
alındığı gibi bir görüntü yaratılmış ve başarılı, parlak bir ekonominin
hikayesi oluşturulmaya başlanmıştır. "İstikrar" içinde olduğu söylenen
bütün ekonomilerde olduğu gibi Arjantin'de de sanal büyümeye uygun
olarak harcamalarda muazzam bir artış yaşanmış ve ülkenin dış borç
stoğu sürdürülemez büyüklüklere ulaşmıştır. Dört yıl öncesinde de
derin bir ekonomik durgunluğa giren Arjantin'de, Hükümet bir kez
daha IMF'ye başvurmuş ve "yeniden, borçlarını çevirebilen bir ülke
konumuna gelebilmek için" mali destek talebinde bulunmuştur. Daha
sonra çeşitli kez yinelenen bu talepler her seferinde gerek Clinton
ve gerekse Bush yönetimlerince de desteklenmiş ve yalnızca
geçen yıl bile IMF iki kez, ülkeyi kurtarmaya gelmiştir. Bu kredi
anlaşmalarında amaç, politik bir deneme tahtası haline gelmiş olan
sabit döviz kuru sisteminin devamını sağlamak ve bir yandan da 132
milyar $'a ulaşmış olan dış borcun geri ödemelerinde olası bir "gecikme"ye
engel olabilmek ve böylece ülkenin yabancı yatırımcılarla olan ilişkisini
iyi düzeyde sürdürmesini sağlamak biçiminde belirlenmiştir.

Mali
yardım paketlerinde, IMF'nin sağladığı mali destek her zaman olduğu
gibi koşullu oluyor ve koşullar, ne olursa olsun dış borçların,
takvimine uygun olarak geri ödenmesini garanti altına alma amacına
hizmet edecek biçimde belirleniyordu. Bu bağlamda örneğin; zaten
derin bir resesyon içinde kıvranan ülkede, harcamaların daha da
kısılması bir kredi anlaşmasının ön koşulunu oluşturabiliyordu.
Buraya kadar, hikaye Türkiye'deki ile büyük benzerlikler taşımaktadır.

IMF'nin
baş ekonomistlerinden Michael Mussa'ya göre , Arjantin'deki
politik ve ekonomik durum bugüne oranla daha istikrarlı olsaydı
bile, borç ödemelerinin ertelenmesi ya da ulusal paranın devalüe
edilmesi benzeri bir girişim söz konusu olduğunda bölgede geniş
çaplı bir mali krizin yaşanmasına engel olmak mümkün olamayacaktı.
Yaşananlardan çıkarılan ders ise "IMF'nin, insanlar sokağa dökülmeden
önce HAYIR demeyi öğrenmesi". Çıkarılan bu ders, gerek Uluslararası
Para Fonunun ve gerekse yabancı ekonomi uzmanlarının önemli bir
bölümünün, ülkede kriz başladıktan sonra, Ağustos ayında yapılan
kredi anlaşması konusunda ikileme düşmesi ve "eğer Aralık ayı yerine
Ağustos ayında Arjantin'e "HAYIR" denmiş olsaydı kriz bu denli ağır
yaşanmazdı" şeklinde düşünüyor olmasından kaynaklanıyor.

Öte
yandan, Arjantin'in Ağustos ve Eylül ayındaki manzarasına baktığımız
zaman, bu mazaretlerin ne kadar geçersiz ve anlamsız kaldığını görüyoruz.
Ağustos ayındaki kredi anlaşmasının yanlışlığı üzerine 5 Eylül tarihinde
Los Angeles Times'da yayınlanan bir makale IMF Yönetiminden büyük
bir tepki alıyor ve 15 Eylül günü aynı gazetede IMF-External Relations
Department imzasıyla yayınlanan tekzipte bakın neler yazıyor:

"IMF
ile yapılan yeni anlaşmanın riskleri olduğu doğrudur. Fakat, Arjantin'e
uygulanan reform reçetesi doğru bir reçetedir ve güçlü bir uluslararası
desteği hak etmektedir. Yeni anlaşma, daha şimdiden ülke içindeki
güveni yeniden tesis etmeye başlamış, bankalardan para çekişi durmuş
ve halk parasını yeniden finans sistemine yatıracak kadar ekonomiye
güvenmeye başlamıştır. Gazetenin Editörü Bay Weisbrot çeşitli noktalarda
yanılmaktadır. Özellikle, Arjantin'deki Para Kurulu ülke çapında,
geniş oranda halk desteği bulmuştur. Ayrıca, Arjantin ekonomisi
şu anda büyük oranda dolarize olmuş; ev kiraları, şirketlerin borçları
ve dayanıklı tüketim mallarının fiyatları hep dolar üzerinden hesaplanmaktadır.
Böyle bir durumda Arjantin Peso'sunun devalüe edilmesi tam bir felakete
yol açacak ve bir yandan ülkenin ödemeler dengesinde çok olumsuz
bedellere mal olurken bir yandan şirket iflaslarını hızlandıracak
ve işsizliği daha da yükseltecektir. Ayrıca, Hükümet yoksulların
daha az zarar görmesi için belli sosyal programları korumakta, sosyal
güvenlik sistemini reform ederek güçlendirmekte ve işçi ücretleri
ile emeklilik ücretlerindeki kesintileri daha alt düzeylerde tutmaya
çalışmaktadır. Arjantin'deki program IMF tarafından değil, Arjantin
devleti tarafından dizayn edilmiştir ve ülkenin son 10 yılda gerçekleştirdiği
son derece başarılı bir ekonomik dönüşüm tarihinin üzerine inşa
edilecektir. Maliye Bakanı Domingo Cavallo'nun da belirttiği gibi,
sıfır-açık (zero-deficit rule) kuralına bağlı kalarak Arjantin,
dış ekonomik şoklarda, yükü sürekli olarak verimli ve etkin özel
sektöre kaydırmadan, kendini yeni duruma adapte edebilecek konuma
gelecektir."

Yukarıdaki
tekzip alıntısı, IMF'nin Arjantin'deki ekonomik gelişmeleri nasıl
değerlendirdiğini, Türkiye'deki bazı akademisyenlerin Arjantin Para
Kurulu'na yönelik suçlamalarına IMF kurmaylarının hiç katılmadığını,
yine aynı akademisyenlerimizin "Arjantin'in sabit döviz kuru sisteminde
kalmak için direnmesi ve IMF'nin uyarılarına rağmen dalgalı döviz
kuru sistemine geçmeyi reddetmesinin bugünkü kaotik duruma neden
olduğu" biçimindeki -son derece yanıltıcı- değerlendirmelerinin
gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu en somut şekilde ortaya koymaktadır.
Uluslararası Para Fonu, ülkedeki, çok değil sadece 3 ay önceki durumu
bile "istikrar" olarak değerlendirmekte, Arjantin Hükümetine övgüler
düzmekte, Para Kurulunu göklere çıkarmakta ve bugün neredeyse pek
çok iktisatçı için eleştirilerin odağını oluşturan sabit döviz kuru
sistemini sonuna kadar savunmaktadır.

Diğer
yandan, Arjantin'de isyanların baş göstermesi ile birlikte çeşitli
ülke yönetimlerince dünya basınına verilen demeçlere de bakıldığında,
yaşanan olaylarda IMF'nin sorumluluğunun ne kadar büyük olduğu yönünde
geniş çaplı bir fikir birliğinin oluştuğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda
Peru Maliye Bakanı Pedro Pablo Kuczynski, IMF'yi pasif, katı
ve tutarsız politikalar uygulayarak Arjantin'le yaptığı anlaşmayı
yüzüne gözüne bulaştırmaktan suçlarken; Fransa Dış İşleri Bakanı
Hubert Vedrine ise Fonu, uzun zamandan beri ilişkide olduğu,
önemli bir müşterisini yüz üstü bıraktığı ve bu müşteriden en kötü
dönemde, en yapamayacağı şeyleri talep ettiği için yargılamaktadır.

Suçlu
kimdir? IMF mi, ABD Yönetimleri mi, yoksa Arjantin yönetimleri mi?
Soruların cevaplanabilmesi için öncelikle "IMF Kimdir? Nasıl Çalışır?"
sorularının cevaplanması gerekmektedir. Ülkelerle yapılan stand-by
anlaşmaları sonucunda aktarılan fonların nihai alacaklısının dünyadaki
egemen finans şirketleri olduğu hatırlandığında Fon'un kimlik sorunu
aşılmış gibi görünmektedir. Fakat, ikinci soru, yani Fon'un nasıl
çalıştığı ile ilgili soru cevaplandığında resim biraz daha değişmekte,
netleşmektedir. Eğer IMF politikalarının tek sorumlusu finans sermayesi
olsaydı, kamu hizmetlerinin piyasa ekonomisine açılması, şeker ve
tütün yasaları ile ihale yasalarının çıkarılması, G. Afrika ve Latin
Amerika ülkelerinde Su'yun özelleştirilmesi, Ukrayna'da yoksullara
yapılan tarımsal gıda yardımlarının kesilmesi, Haiti'de pirinç üreticilerine
yapılan devlet desteklemelerinin kaldırılması, Mozambik'teki şeker
pancarı üreticilerine sağlanan sübvansiyonlara son verilmesi, Jamaika
sanayii ürünlerinin ithalatında alınan gümrük vergilerinin kaldırılması
gibi dünya tarım, hizmetler ve sanayi tekellerinin temel hedefleri
kredi anlaşmalarının ön koşulları içerisinde olmayacaktı. İşte bu
nedenle, finans ve sanayi sermayelerinin iç içe geçmiş grift yapısını
IMF'nin işleyiş mekanizması ve yapısından daha somut ortaya koyabilecek
çok az veri bulunmaktadır. Bu tespit bizi, yaşananların sorumlusunun
tek bir yapı, tek bir Hükümet ya da Yönetim olmaktan öte, bir sistem,
yani kapitalizmin bizzat kendisi olduğu sonucuna ulaştırmaktadır.
Bu çerçevede, tıpkı Felix Rohatyn'in de belirttiği gibi, "Ulus Devletlerin
bilhassa ekonomik ve siyasi alandaki dış politikaları her zaman
burjuvazinin meselesi olmuştur. Siyasi tercihler, çok sınırlı bir
halk kesimi ile özel sektörün çıkarlarını gözetme hedefine kilitlenmiş
geniş kapsamlı bir fikir birliği içersinde önerilir, müzakere edilir
ve kabul edilir." sözlerinin hatırlanmasında yarar vardır. "Suçlu
Hükümettir, IMF'nin uyarılarına kulak asmamıştır" ya da "IMF bu
kez yanılmış, yanlış politikalar uygulamıştır" türünden savlar yanıltıcı
olmalarının da ötesinde, kafaları bulandırmaya ve gerçekleri gizlemeye
yönelik, bilinçle ortaya atılan argümanlardır.

Diğer
yandan Arjantin'de isyanların patlak vermesinden birkaç ay önce,
IMF yönetiminin, ülkelerin de tıpkı şirketler gibi iflas etmesini
öngören hazırlıklar içinde olduğu, yani minarenin kılıfını çok önceden
hazırladığı ve en geç Mart ayında bu planın nihai şekline ulaşacağını
bildiren IMF kurmayı Haan Kruger açıklamaları [Cumhuriyet
Gazetesi - 26 Aralık 2001], "IMF, ülkelere zamanında HAYIR demeyi
öğrenmelidir" tarzındaki IMF tepkileri ile büyük bir tutarlılık
içindedir. Arjantin'de yaşanan kaosa bilerek yeşil ışık yakılmış
ve böylece bir yandan ülkelerin iflas planı için mazeret yaratılıp
plana meşruiyet kazandırılırken, bir yandan da benzer konumda ve
IMF karşıtı tepkilerin giderek yayıldığı ülkelere gözdağı verilmiştir.
Bu ülkelere IMF çekilirse Arjantin gibi olursunuz mesajı verilmektedir.
Arjantin'de asıl yağma bundan sonra başlayacak, İflas Hukuku uyarınca
tüm kamu mallarına, hazine arazilerine, yeraltı ve yer üstü tüm
doğal kaynaklarına ulusötesi sermaye tarafından el konacaktır.

Buraya
kadar Arjantin'de yaşananlarla ilgili olarak belli düzeyde bir açılım
sağlayabildiğimiz öngörüsünden hareketle şimdi de Türkiye ile Arjantin
arasındaki, son dönemde sıkça dile getirilen, benzerlik ve farklılıklara
göz atalım. Ülkemizdeki son dönem gelişmelerinin Arjantin ile büyük
benzerlikler taşıdığını hatırlattıktan sonra, şimdiye kadar Arjantin'in
yabancı yatırımları çekme açısından ülkemizden bir hayli ileride
olduğunu; ekonomik çöküş içinde olduğu 2000 yılında bile ülkeye
giren yabancı sermaye miktarının Türkiye'dekinden 10 kat daha fazla
gerçekleştiğini, 1999 yılında ise bu oranın tam 24 kat olduğunu
belirtmekte yarar vardır. Yabancı sermayenin kalkınma ve refah anlamına
geldiği tezlerini yerle bir eden Arjantin kaosu, kapitalist iktisat
teorisinin milli gelir tezini de çürütmüştür. Zira, 2000 yılı itibarıyla
ülkede kişi başına düşen milli gelir 7000 $ ile Türkiye'dekinin
iki katından daha yüksektir.

İşsizlik
ve yoksullaşma oranlarında Türkiye'nin Arjantin'den daha iyi bir
konumda olduğunu iddia etmek, Başbakanın ayakları dibine fırlatılan
yazar kasaları, yiyecek yardımları sırasında yaşanan izdihamları,
amele pazarlarında köle tacirlerini bekler gibi, kendi emeğinin
-hem de en düşük bedeller üzerinden- satın alınması için birbirleriyle
kıyasıya rekabet içine giren işsizler ordusunu, soğuktan ve açlıktan
ölenleri görmezden gelmektir. Türkiye'deki mücadele geleneğinin
Latin Amerika ülkelerindeki kadar gelişmediği tespiti doğru olabilir.
Fakat bu noktada Arjantin halkına söylenebilecek tek şey "Bizim
burjuvazimiz, sizinkini döver" olabilir. Arjantin'de yaşananlardan
ve benzeri kaoslardan ders çıkarmak değil ama, ülkemiz emekçilerinin
yakın geleceği üzerine tahmin ve yorumlarda bulunmak mümkündür.
Türkiye
MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu
|