Güncelleme:
22.11.2001
İHD'nden 9 aylık rapor
İnsan
Hakları Derneği, yılbaşından bu yana geçen süreçte Derneğe
ulaşan bilgiler ışığında, ülkenin durumunu İnsan Hakları açısından
değerlendirdi. Bu konuda yapılan basın açıklaması, Dernek
Başkanı Hüsnü Öndül tarafından basına dağıtıldı. Aşağıda
bu bildirinin tam metni ile Bilanço başlığı altında raporun
kendisini bulacaksınız.
İHD
Basın Bildirisi:
“Sayın
Basın Mensupları,
Biliyorsunuz,
2000 yılından itibaren, Türkiye’nin insan hakları durumunu
ortaya koyan raporlarımızı, bir de Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne
aday üye statüsünü kazandığı Aralık 1999 Helsinki Zirvesinden
bu yana olan gelişmeler açısından, mukayeseli olarak hazırlıyoruz.
Bugün
sizlere üç aylık raporumuzu sunuyoruz. Raporumuz, Temmuz,Ağustos
ve Eylül 2001 aylarında ihlal edilen haklar ve kısıtlanan
özgürlüklerle ilgilidir.Temmuz ayında 6 aylık raporumuzu kamuoyuna
sunmuştuk. Bugün 2001 yılının 9 aylık bilançosunu da sunuyoruz.
Ayrıca anımsatmak ve bir karşılaştırma ve değerlendirme olanağı
yaratmak için, 2000 yılının 9 aylık bilançosunu ve 1999 yılının
9 aylık bilançosunu da sunuyoruz.
Türkiye’nin
insan hakları karnesinde bir iyileşmenin görülmediğini belirten
AB Komisyonunun değerlendirmesi bir önyargıyı değil, eksiklerine
rağmen, nesnel bir değerlendirmeyi içermektedir. Bazı açılardan
ve bizim her raporumuzda özel değerlendirme konusu yaptığımız
işkence yasağı ve ifade özgürlüğü hakları açısından ise, ihlallerde
artış vardır; yaklaşım ve ihlaller açısından bir kötüye gidişten
söz etmek gerekir. Bu iki hak kategorisinin önemini ve özelliğini
bir kez daha vurguluyoruz.
Kişinin
bedensel ve zihinsel bütünlüğü hakkının temel unsurlarından
olan işkence yasağı, bir başka anlatımla işkence görmeme hakkı,
istisna getirilemeyecek ya da korunması kısıtlanamayacak haklardandır.
Ne olağan rejim koşullarında, ne olağanüstü ve sıkıyönetim
rejimi koşullarında, ne de savaş koşullarında bir istisna
öngörülebilir işkence yasağı konusunda. Nitekim, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesinde sayılan istisnai durumlarda
işkence yasağına (3. maddeye) aykırı önlemlerin alınamayacağı
açıkça vurgulandığı gibi, Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal
Haklar Uluslararası Sözleşmesinin 4. maddesinde de işkence
yasağına (7. maddeye) aykırı önlemlerin alınamayacağı belirtilmiştir.
Aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 15. maddesinde
(temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması başlıklı
madde) sayılan istisnai durumlar arasında işkence yasağı bulunmamakta
ve kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı başlıklı
17. maddeye aykırı önlem alınamayacağı vurgulanmaktadır. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi de, Türkiye ile ilgili olarak en çok
işkence ve ifade özgürlüğü alanında ihlal kararları vermiştir.Hukuksal
bağlayıcılığı olan ulusal ve ulusalüstü belgeler kesin işkence
yasağı getirmesine karşın, ne yazık ki Türkiye’de işkence
önlenememiştir.
İHD
verilerine göre,
1999 yılının Ocak-Eylül döneminde 472 kişi,
2000
yılının Ocak-Eylül döneminde 508 kişi,
2001
yılının Ocak-Eylül döneminde 762 kişi işkence ve onur kırıcı
muamele ile karşılaşmıştır.
Bu
üç yıllık dönemde, İHD’nin veri toplama kapasitesinde bir
gelişme ya da yöntemlerinde değişme olmamıştır; öte yandan,
mağdurlarının başvuru yapmaması nedeniyle İHD’ye ulaşmayan
binlerce vak’a oloduğunu da biliyoruz. Fakat İHD verileri,
eğilimi göstermektedir.
İşkencenin
önlenmesi için, 26 Haziran 2001 tarihinde, BM tarafından İşkence
Görenlerle Dayanışma Günü ilan edilen tarihte, kamuoyunun
ve hükümetin bilgisine sunduğumuz öneriler dikkate alınmamıştır.
İşkencenin önlenmesi için, yasal, yönetsel, yargısal ve eğitsel
önlemler ivedilikle alınmalıdır.
İşkencenin
nerelerde yapıldığı ne hükümet açısından bir sırdır, ne de
kamuoyu açısından. İşkence yapanlar, insanımıza ve insanlığa
kötülük yapmaktadır. Türkiyemize kötülük yapmaktadır. İşkence,
Türkiye’yi karalamak isteyenlerin uydurduğu bir sav değil,
bazı kamu görevlilerinin, bazı amirlerinin gizli ya da açık
göz yummaları, yasal ve yargısal süreçlerde korunmaları ile
gerçekleşen bir olgudur. Bu nedenle de sistematiktir. İşkence,
birkaç kendini bilmez ve doğuştan işkence yapmaya eğilimli
kamu görevlisinin gerçekleştirdiği bir eylem değildir. 9 ayda,
“bunlar münferit olaylardır efendim” diye diye en az 762 kişiye
işkence yapıldığı anlaşılmaktadır. Tek bir kentte değil, Türkiye’nin
çeşitli kentlerinde ve benzer teknikler uygulanarak. O nedenle,
işkencenin önlenmesinde en yüksek seviyede bir irade gösterilmelidir.
Hükümet, işkenceye karşı mücadele edenleri “Türkiye’ye karşı
çalıştığını” söyleyebilmek için, önce Türkiye insanının can
güvenliğini gerçekten teminat altına almalı, bu konuda samimi
irade göstermeli ve işkencenin önlenmesine yönelik pratik
önerilerimizi neden dikkate almadığını açıklayabilmelidir.
Raporumuzda
ikinci olarak üzerinde durmak istediğimiz konu, ifade özgürlüğü
ile ilgilidir. Bu özgürlük alanı konusunda, Cumhuriyet Savcılarının,
zaman içersinde, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
hükümlerini ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadını dikkate
almaları beklenirken, tersi yönde bir eğilim içersinde oldukları
gözlenmekte; daha çok sayıda kişi hakkında fikirleri, önerileri
ya da verdikleri bilgiler nedeniyle dava açma yoluna gidildiği
görülmektedir.
İHD
verilerine göre,
1999 yılının Ocak-Eylül döneminde 103 kişi hakkında 428 yıl,
2000
yılının Ocak-Eylül döneminde 254 kişi hakkında 1098 yıl,
2001
yılının Ocak-Eylül döneminde ise 1921 kişi hakkında 3758 yıl
ceza istendiği görülüyor.
İfade
özgürlüğü haklarını insanlar, ya tek başına ya da başkaları
ile birlikte kullanırlar.Yazarak, çizerek, konuşarak; müzik,
tiyatro ya da sinema eserleriyle düşüncelerini açıklarlar.
Ya da toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanırken açıklarlar
düşüncelerini. Ayrıca, siyasi parti, dernek, sendika, vakıf
örgütlenmeleri yoluyla açıklarlar. Demek ki, yaşamlarının
tüm yönlerini kapsar ifade özgürlüğü hakkı.
Ceza
hükmü taşıyan yasalar, kural olarak dar yorumlanmalıdır. Ceza
hukukunda kıyas yasaktır. Yasanın açıkça suç olarak görmediği
bir fiil (eylem) için cezalandırma yoluna gidilemez. İddianamelerdeki
bu sayısal artış, Cumhuriyet Savcılarının geniş yorum tekniğini
uyguladıklarını ortaya koymaktadır. Bu alanda cezai hükümlerin
daha önce öngörülmeyen konulara teşmil edilmesi ya da geniş
yorumlanmasında belirleyici olanın hukuksal ölçütler değil,
siyasal-ideolojik ölçütler olduğu açıktır.
Sayın
Basın Mensupları,
2001
yılının ilk 9 ayının , pek çok açıdan incelenmesi ve değerlendirmesinin
yapılması gerekir. Dünya tarihinin en uzun ölüm oruçları süreci
bu dönemde yaşandı. 9 ayda ölüm oruçlarında 35 kişi yaşamını
yitirdi. Diyalog çağrılarımız yanıtsız kaldı. Tutuklu ve hükümlüler
F Tipi cezaevlerinde tecrit koşullarında tutuldular. Bu noktada,
tecrit uygulamalarının işkence yasağı kapsamında olduğunu,
bunu yalnızca İHD’nin değil, Avrupa hükümetler arası kuruluşlarının
da hükümeti defalarca uyardığını hatırlatmak isteriz.
Türkiye,
tarihinin en ağır ekonomik ve mali krizlerinden birisini yaşadı
ve hala sürüyor Bu dönemde milyonlarca insanı ileride pek
çok açıdan olumsuz yönde etkileyecek olan, devletin ekonomik
ve mali açıdan yeniden yapılanması sonucunu doğuracak ve özellikle
köylü nüfusu derinden etkileyecek düzenlemeler yapıldı. Gelecek
10 yılda, köylü nüfus kentlere akın edecektir. Yoksullaşma
süreci artmıştır ve bu hızlanacaktır. Sosyal devlet kavramı
aşındırılmıştır ve bunun olumsuz etkileri görülecektir. Bugün,
Türkiye’de beslenme, sağlık, barınma ve eğitim hakları da
kitlesel olarak ihlal edilmektedir. Bugün lüks tüketimin yüksek
düzeyde olduğu Türkiye’de açlık vardır ve bu hükümet tarafından
yaratılmış bir insani felakettir.
Raporumuzun
içerdiği tarihler açısından iki önemli gelişme konusunda da
düşüncelerimizi açıklamak isteriz. Bunlar Anayasa değişiklikleri
ve 11 Eylül saldırısı ile sonrası gelişmeler hakkındadır.
İHD,
Anayasa’nın bir defada ve tümüyle değiştirilmesini istemekteydi.
Ancak bunun mümkün olmadığı koşullarda da “Kopenhag Siyasi
Kriterleri ve Türkiye” adlı İHD yayınında da belirtildiği
gibi Anayasa’nın 75 maddesinde değişiklik yapılmasının zorunlu
olduğunu belirtiyorduk. Ancak yine de, Anayasa’nın 34 maddesinin
değiştirilmesi olumlu bir gelişmedir. Bu doğrultudaki çalışmaların
sürdürülmesini istiyoruz. Ancak, Anayasa’da yapılan değişiklikler
arasında bulunan ifade özgürlüğü ile ilişkili 14. maddenin
eylem (fiil) sözcüğü yerine faaliyet sözcüğünün eklenmesi,
bu alanda iyileşmeye işaret etmemektedir. Dolayısıyla Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesine uygunluktan söz
etmek olanaklı değildir.
Milli
Güvenlik Kurulu’nun Anayasal bir kuruluş olarak varlığını
sürdürmesi, sivil üye sayısının arttırılması yolundaki değişikliği
önemsiz kılmaktadır. Ölüm cezası konusunda, adli suçlar için
ölüm cezasının kaldırılmış olması olumlu olmakla birlikte,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 6 numaralı protokolündeki
istisnalara yeni istisna ekleyen yönü nedeniyle (“terör amacıyla
işlenen suçlar”a da ölüm cezası verilebileceği eklenmiştir)
6 numaralı protokole uygunluktan söz etmek olanaklı değildir.
11
Eylül saldırısını tereddütsüz kınadık. İnsanlığa karşı suç
niteliğindeki böyle bir eylem türünün hiçbir gerekçe ile savunulamayacağı
açıktır.
11
Eylül saldırısının ardından, ABD başta olmak üzere dünyadaki
bazı hükümetlerin güvenlik gerekçesi ile insan hakları ve
özgürlüklerini kısıtlamasını kabul etmiyoruz. Bireylerin hakları
ve özgürlükleri, hem de “özgürlüklerin korunması“ adına kısıtlanamaz.
Siyasi suikast yapma yetkisi tanınması, telefon ve diğer iletişim
araçlarının dinlenebilmesi, gözaltı sürelerinin uzatılması
ve savunma haklarının kısıtlanması, yeni “terör yasaları”nın
kabul edilmesi kabul edilemez uygulamalardır. 11 Eylül, özgürlükleri
kısmak isteyen hükümetlere bulunmaz bir fırsat ve gerekçe
sunmuştur.
Dünyamız
11 Eylül’den sonra daha az özgürdür. 11 Eylül sonrası politikalar,
ayrıca uluslar arası hukukun, insan hakları yükümlülüklerinin
ve BM mekanizmalarının da büyük ölçüde aşınmasına yol açmıştır.
Ancak
bu kadarla da sınırlı değil.Afganistan’a savaş açıldı.Bombalarla,
Birleşmiş Milletler binaları, Kızılhaç ve Kızılay yardım depoları
tahrip edildi. Savaşta pek çok masum insan öldürüldü ve öldürülüyor.
İHD olarak, savaş karşıtı bir tutum aldık ve bu tutumu sürdürüyoruz.
Bu savaş dünya halklarına kan, gözyaşı ve acıdan başka bir
şey getirmeyecektir.
Ülkemizin
savaşın bir parçası olmasına karşı çıkıyoruz. Afganistan’a
silahlı çatışmanın tarafı olmak üzere asker gönderilmesine
karşı çıkıyoruz. Hükümet bu konuda yanlış bir politika izlemektedir.
ABD ve Britanya yönetimlerinin politikalarının intikamcı olduğunu;
uluslar arası hukuka ve insancıl hukuka aykırı olduğunu düşünüyoruz.
Herkesi adalet ilkelerini savunmaya davet ediyoruz. Birleşmiş
Milletleri, barışın sağlanması doğrultusunda, adil,eşit,özgür
bir dünyanın gerçekleştirilmesi için inisiyatif almaya davet
ediyoruz.
Sayın
Basın Mensupları,
Son
olarak Avrupa Birliği’nin 2001 yılı İlerleme Raporu hakkında
da görüşlerimizi açıklamak isteriz. Birlik İlerleme Raporu,
Türkiye’de 2001 yılındaki gelişmeleri objektif olarak yansıtmaktadır.
Bu
konuda İHD olarak düşüncemizi tekrarlamak durumundayız. Hakları
ve özgürlükleri hemen yarın istiyoruz. Türkiye hükümetlerinin
1963 Ankara Antlaşmasından bu yana, esas olarak Türkiye toplumunu
38 yıldır oyalamalarını, etik ilkeler açısından eleştiriyoruz.
Bu yalnızca Avrupa Birliği ilişkileri açısından yöneltilmiş
bir eleştiri de değildir. Türkiye hükümetleri 1954 yılından
bu yana, tam 47 yıldır, tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesindeki hakları ve özgürlükleri de yurttaşlarına tanımamışlardır.
Esasen,yurttaşlarına verdiği sözleri tutmayanların devletlerarası
ilişkilerdeki tutumlarında şaşılacak bir yan da bulunmamaktadır.
Avrupa
Birliğine aday ülke statüsündeki 12 ülke, Kopenhag politik
kriterlerinin tamamını bir buçuk ile iki yıl arasında yerine
getirdiler. Türkiye’yi yönetenler, hâlâ bırakın AB bağlamında
ve Birlik ölçütlerine uygunluk çabasını, genel olarak demokratikleşme
konusunda karar verebilmiş değiller. O nedenle, Aralık 1999
Helsinki zirvesinden bu yana geçen iki yıl boyunca, ancak
34 maddelik Anayasa değişikliği paketini gündemlerine alabildiler.
Türkiye’nin
hazırladığı Ulusal Programda kültürel haklar yer almıyordu.
Ölüm cezası konusunda bir açıklık taşımıyordu. İşkence ve
ifade özgürlüğü alanında yeterli güvenceler taşımıyordu. Sivillerin
askeri mahkemelerde yargılanması konusunda hükümler yer almıyordu.
Yapılacak işler konusunda kesin bir takvim ve taahhütler içermiyordu.
Bu niteliği ile revizyona tabi tutulması şarttı.
İHD
bu eleştirileri Ulusal Programa yöneltti. AB ilerleme raporu
İHD’nin raporlarında ortaya koyduğu görüşleri teyit etmektedir.
İnsan hakları alanında, özellikle işkence ve ifade özgürlüğü
alanında hiçbir iyileşme bulunmamaktaydı. O nedenle, Avrupa
Birliği’nin hazırladığı ilerleme raporuna, bazı hükümet üyelerinin
yönelttiği itirazlar, yersizdir.
İHD
olarak, insan hakları ve demokrasi standartlarına Türkiye
yurttaşlarının da kavuşacağına inanıyoruz. Bütün olumsuz gelişmelere
rağmen, olumlu olan durum, Türkiye’nin İHD gibi kuruluşları,
görevlerini zor koşullarda yapmakta, pratik öneriler geliştirmektedir.
Bu çalışmalar sürdükçe ve toplum demokratik taleplerini yükseltmeye
devam ettikçe, Türkiye’de bu yönde bir dönüşüm yaşanacağının
kesin olduğunu düşünüyoruz,
Saygılarımla,
Hüsnü
Öndül
Genel Başkan”
|