
Uluslararası
Af Örgütü
Şeriat kökenli ceza yasaları
BAOBAB Kadının İnsan Hakları Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü'nün,
kuzey Nijerya'da yeni Şeriat kökenli ceza yasalarının yürürlüğe
girmesiyle ilgili ortak açıklaması

Uluslararası
Af Ögütü (UAÖ) ve Baobab Kadının İnsan Hakları Örgütü Nijerya, Sokoto
Eyaleti Şeriat Temyiz Mahkemesi'nin Safiye Yakub Hüseyni'nin zina
suçu nedeniyle recmedilmesi kararına itirazına olumlu tepki verdi
ve beraatini istemesini memnuniyetle karıladı. Safiye Sokoto Eyaleti
Gwadabawa Şeriat Mahkemesi tarafından 9 Ekim günü ölüm cezasına
çarptırılmıştı. Ancak, Babab ve UAÖ Ocak 2000'den beri Nijerya'nın
bazı kuzey eyaletlerinde Şeriat temelli yeni ceza yasalarının kasul
edilmesinden büyük endişe duymaktadır. Her iki insan hakları örgütü
de Safiye Huseyni'ninki de dahil belirli birçok ceza davasında Şeriat
yasalarının uygulanmasının insan hakları ilkeleri ve uluslararası
hukuku ihlal ettiğini gözlemlemektedir. Örgütler, kuzey Nijerya'daki
Şeriat mahkemelerinin verdiği cezalar sonucu ölüm cezası, kırbaçlama
veya amputasyon (organ kesilmesi) cezalarına çarptırılan kişilerin
sayısının artmakta olduğunu hatırlattı.

UAÖ ve Baobab Şeriat yasalarının daha önceden de Nijerya'nın birçok
eyaletindeki Müslümanlara, bazı davalarda Müslüman ferdi yasalarıyla
ilişkilendirerek uygulandığını bilmektedir. Bu davalarla ilgili
İslami yasalar Nijerya yasalarında da bulunuyor. Bu anlamda UAÖ
ve Baobab'ın, Şeriat yasalarının kabul edilmesi ve uygulanmasının
kendisiyle ilgili, uluslararası insan hakları standartlarına tam
saygı içinde ve Nijerya'nın imzaladığı ve onayladığı sözleşmelere
uygumlu bir biçimde uygulandığı sürece, olumlu ya da olumsuz bir
tavrı bulunmamaktadır.

Baobab ve UAÖ'nün, Şeriat yasalarının genişletilmesiyle ilgili temel
kaygıları şunlardır:
1. Zalimane, İnsanlık Dışı ve onur kırıcı cezalandırma: Taşlama,
kırbaç veya amputasyon gibi cezalar uluslararası insan hakları standartlarınca
zalimane, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele olarak kabul edilmektedir.
Nijerya Federal Cumhuriyeti Haziran 2001'de İşkenceye Karşı Sözleşmeyi
onaylayarak, bu tip cezaları uygulamamak konusunda kendini bağlamaya
karar vermiştir. 2000'den bu yana, kuzey Nijerya'nın birçok eyaletinde
amputasyon ve kırbaç cezaları infaz edilmiş ve Safiye Hüseyni ilk
recm cezası verilen kişi olmuştur.
2. Uluslararası Adil Yargı Standartlarına uymama: Baobab
ve UAÖ Şeriat mahkemelerinin temsil edilme hakkını yeterince garanti
altına alamayabileceğinden endişe duymaktadır. Bu özellikle ölüm
cezası ve diğer geri dönüşü mümkün olmayan cezaların verilme olasılığı
olan davalarda çok ciddi bir durum. Safiye Hüseyni ölüm cezasına
çarptırıldığı ilk duruşmasında tam bir yasal temsil hakkı kullanamadı.
3. Toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılık: Kuzey Nijerya'da
Şeriat'ın yorumlanmasında hakim olan Maliki mezhebine göre hamilelik
bir kadını Zinayla suçlamak için yeterli bir kanıt olarak görülüyor.
Safiye Hüseyni zinayla ilgili ilk mahkemesinde hamile olduğu gerekçesiyle
ölüm cezasına çarptırıldı.
Bariya İbrahim Magazu ve Safiye Hüseyni vakalarına bakarak, Baobab
ve UAÖ Şeriat yasasının Nijeryanın kuzey eyaletlerinde uygulmasında,
kadınları olası cinsel saldırıdan korumadığının, aksine bu saldırılara
maruz kalan kurbanları cezalandırmayı amaçladığını vurgulamaktadır.
Her iki davada da Mahkeme zor kullanma iddialarını takip etmedi.
Bu karar açıkça erkeklerin, tanık olmamasını garanti ettikleri sürece
genç kız ve kadınlara cezalandırılmaksızın taciz ve tecavüzde bulunabilecekleri
anlamını taşımaktadır. Diğer yandan, zorlama ve tecavüz kurbanı
kadın ve genç kızların durumu daha da kötüleşecek. Zina ve sahte
suçlama yapmakla suçlanacaklardır. Bu durum kadınların haklarını,
adaleti ve güvenliğini ihlal ederken kadın ve genç kızlara taciz,
saldırı ve tecavüzde bulunan erkekleri korumaktadır.
4. Sosyal statü temelli ayrımcılık: Son birkaç ay içinde
kuzey Nijerya'daki Şeriat mahkemelerinin gördüğü davalar incelendiğinde,
mahkum edilenlerin sıklıkla yoksunluk içinde oldukları görülmektedir.
Safiye Hüseyni'nin konumu da böyledir.
5. Şeriat mahkemesi yargıçlarına adli eğitim verilmemesi:
Yargıç atama kriterleri, adli personelin eğitimiyle ilgili uluslararası
standartlara uygun değildir. Safiye Hüseyni davasında, daha alt
bir mahkeme ölüm cezasını verdi. Söz konusu mahkemenin yeni Şeriat
temelli ceza yasalarının kabul edilmesinden önce ceza yetkisi yoktu.
Yargıçlar genellikle aynı ve kriminal konuları değerlendirebilmek
için yeterli eğitimi nadiren almakta.
6. Ölüm Cezası uygulanma usulü: Yeni Şeriat Ceza Yasaları,
genellikle bir yargıçtan oluşan ve yeterli yasal temsil garantisi
bulunmayan Şeriat Mahkemelerinin ölüm cezası vermesine izin vermektedir.
Kuzey Nijerya Ceza Yasası ve ayrıca güney Nijerya'da uygulanan Nijerya
Ceza Yasası uyarınca ölüm cezası öngören davalar yalnızca Eyalet
Yüksek Mahkemesi'nce görülebilir. Baobab ve UAÖ, yukarıda sözü edilen
tüm noktalarda, varolan uygulama ve yeni Şeriat Ceza Yasası ve Şeria
Ceza Muhakemeleri Usulü Nijerya'nın onayladığı birçok uluslararası
insan hakları aygıtlarını ihlal etmektedir. Bunlar arasında Kadınlara
Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiyesine Dair Sözleşme, İşkence
ve diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ve Onur Kırıcı Muameleye Karşı
Sözleşme ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi de bulunmaktadır.
UAÖ kategorik olarak her koşulda ölüm cezasına karşıdır çünkü uluslararası
hukukça garanti altına alınan yaşama hakkının en ağır ihlalidir.
Ölüm cezası, daha önce ölüm değil kırbaç cezası gibi cezalar öngören
zina gibi suçlar için de kabul edildi. Zanlı Müslüman olmadığında
benzer suçlar cezai suç olarak görülmüyor ve hiç cezalandırılmıyordu.
UAÖ, Birleşmiş Milletlerin ölüm cezasına çarptırılanların haklarının
korunmasını garanti altına alan Yönergesinin ölüm cezasını yasalarında
bulunduran ülkelerde bu cezanın en ciddi suçlar için uygulanmasını
talep ettiğinin altını çizmektedir. Bu suçlar kasıtlı ve ölümcül
ya da diğer çok ciddi sonuçlar doğuran suçlardır. Rıza yoluyla evlilik
dışı cinsel ilişki bu koşullara uymamaktadır. UAÖ ayrıca Nijerya'da
Şeriat yasalarının uygulandığı tüm suç davalarında zanlının inancına
bağlı ayrımcılık bulunduğunun altını çizmektedir. Şeriat yasasıyla
yargılananların hakları, Müslüman olmayan kişiler için geçerli olan
Kuzey Nijerya Ceza Yasası'na oranla daha az koruma altındadır. Özellikle
temsil hakkı, temyiz hakkı ve Mahkemenin ceza usulleriyle ilgili
bilgisi söz konusu olduğunda.
Şeriat yasasına göre ölüm cezası Kuzey Nijerya Ceza Yasası'nda ölüm
cezası öngörmeyen suçlara da uygulanmaktadır. UAÖ ve Baobab,
Nijerya federal yetkililerini uluslararası insan hakları yasalarına
bağlılıklarını tekrar ifade etmeleri ve gerek federal gerekse eyaletler
düzeyinde, Şeriat yasasıyla yargılanan tüm davaların uluslararası
kabul görmüş insan hakları standartlarına uygun olması ve Nijeryanın
kabul ettiği uluslararası insan hakları hukuku aygıtlarına saygılı
görülmesini sağlamak için gereken tüm tedbirleri almaya davet etmektedir.
Baobab ve UAÖ ayrıca Nijerya federal yetkililerini,
Şeriat kökenli ceza yasalarıyla hüküm giymiş herkesin anayasal hak
olan itiraz hakkını garanti altına almaya, böylece bu kişilerin
yalnızca eyalet düzeyinde daha yüksek yargı mercilerine değil Federal
düzeyde de başvuru yapabilmelerini sağlaması için teşvik etmektedir.
Baobab Kadını İnsan
Hakları Örgütü kâr amacı gütmeyen, hükümet dışı bir kadının
insan hakları örgütüdür. Çalışma alanı Nijerya'da gelenek, hukuk
ve dini yasalarla ilgili kadınların yasal haklarıyla ilgili konulardır.
UAÖ, kâr amacı gütmeyen, bütün hükümetlerden bağımsız dünya
çapında bir insan hakları örgütüdür.
İnsan
Hakları Derneği:
Nevruz: Demokratik Yaklaşım/Otoriter Yaklaşım Farkı

Nevruz günlerinde barışçıl etkinlikler ile şiddet içeren görüntüleri
hep birlikte izledik ve yaşadık. Demokratik yaklaşım, barışı, hoşgörüyü,
birliği-bütünlüğü pekiştiriyor. Bireyin kendisini özgür hissetmesini
sağlıyor. Birey kendisi oluyor. Yurttaşına kendisi olma olanağını
tanıyan devlet, yurttaşının katkısıyla, yurttaşı için gerekli olan
kamu düzenini de sağlamış oluyor.
Kamu düzeni, yurttaşın dışındaki bir varlığın düzeni değildir. Kamu
düzeni yurttaş için gereklidir; haklarını ve özgürlüklerini kullanabilmesi
için. Slogan, renk, el ve parmak hareketleri, ancak resmi ideolojisi
olan bir devlet tarafından yasaklanabilir. Kendinden menkul, kendisi
için uydurduğu bir "kamu düzeni"nin ihlali olabilir. Böyle bir ihlalin
sonucunda binlerce insanı acımasızca coplamak, kurşun atmak, göz yaşartıcı
gaz sıkmak, 5 yaşındaki çocukları arabayla ezmek, insanları panzerle
duvar arasında sıkıştırarak öldürmek, bu zihniyetteki yönetim için,
doğal sonuçlar sayılabilir.

Şimdi kamuoyu, demokrasi ile otoriter uygulama arasındaki farkı görmüş
olmalı. Türkiye için, demokrasinin ve demokratik yönetimin barışçılığı,
birleştiriciliği mi; yasakçı/otoriter yaklaşımın yurttaş ve ülke güvenliği
için tehlike yaratan uygulamaları mı yeğlenmeli?

Başkalarını
suçlamadan önce, kendinize bakın. Uygulamalarınız, bırakın büyükleri
3-5 yaşındaki çocukların tepkilerine neden oluyorsa, "sorunları ele
alış tarzınızı" sorgulayın!

Hüsnü Öndül
İHD Genel Başkanı

İstanbul
Su Girişimi'nden
22
Mart Dünya Su Günü vesilesiyle İstanbul'un suyu için diyalog ve katılıma
çağrı
İstanbul'un Değerli Hemşehrileri,
Vakit, havadan sudan konuşma vakti! Dünya gündeminde küresel ısınma
ve iklim değişikliği konuları giderek öne çıkıyor. Türkiyemiz, su
krizine girme riski bulunan ülkeler arasında görünüyor. Kentimiz İstanbul
da iki deniz arasında dar bir coğrafyaya sıkışmış ve yarı-kurak bir
iklime sahip; dolayısı ile içme suyu kaynakları kısıtlı.

Yerleşimin giderek kuzeye, kendi su havzalarımızın üzerine yayılması
ise, tabiri caizse "kuyumuzu kazmakta". Bir yandan burnumuzun dibindeki
sağlıklı su havzalarını feda ederken, giderek daha uzaklardan taşıma
su getirmemizin faturası yüksek: Gerek yakın havzaların suyunu arıtmak,
gerekse suyu uzaklardan musluklarımıza taşımak için çok yüksek maliyetli
yatırımlar gerekiyor. Bunun yükü yalnızca biz su abonelerinin aile
bütçelerimize değil, suyunu eksilttiğimiz çevre bölgelerdeki doğal
hayata ve tarıma da yansıyor.

Su medeniyettir: İstanbulda medeni bir yaşamı 21. yüzyılda da sürdürebilmek
istiyoruz. Suyun artık ödenemeyecek kadar kıt ve pahalı hale gelmesi
gelecek kuşakların suya erişim haklarını riske atabilir. Su, kamusal
bir varlık, biz hemşehriler onun gerçek sahipleriyiz. Bu sıfatımız
bizi asli bir göreve çağırıyor: Suyumuzu konuşmaya, suyumuzu izlemeye.
Su kaynaklarımızı etkin bir şekilde yönetmek istiyorsak, artık katılımı
öne çıkaran bir düzene geçiş yapmalıyız. Katılım, sıkça sanıldığı
gibi yönetimi zaafa düşürmez, tam aksine etkili bir yönetimin temelini
ve en önemli güvencesini oluşturur. Kırılgan su havzalarımızın etkin
koruması için en ise yarar araç kolluk kuvvetlerimiz değil, koruma
ilkelerimizi hep birlikte oluşturmak ve ortakça benimsemektir.

Demokrasi ve saydamlık suyun yönetiminde başlıyor. İstanbul Su Girişimi
çok farklı mesleki, akademik ya da sivil toplum kuruluşu deneyimlerine
sahip bir grup hemşehriyi bir araya getiriyor. Şehrimizin su meselelerine
odaklanmış çok yönlü bir iletişim ve öğrenme ortamı sağlamakla su
kaynakları yönetimi alanında farkındalık yaratıyor, yurttaş katılımının
temellerini atıyor.

Hedefimiz İstanbul'da su kaynakları yönetiminin Etkinlik, Şeffaflık,
Sürdürülebilirlik ve Katılımcılık ilkelerini temel alacak şekilde
kurgulanması ve yürütülmesi için birliktelik oluşturmak. İstanbul'un
suyu için oluşturduğumuz diyalog ortamı katılıma açık. Eğer siz de
doğal kaynaklarımızın iyi yönetilmeye layık olduğunu düşünüyor ve
daha
fazla bilgilenmek ya da katkı vermek istiyorsanız sizinle bağlantı
kurabilmemiz için iletişim bilgilerinizi e-posta ile İ[email protected]
adresine iletebilirsiniz.


İdea Politika'nın son sayısı yine
toplatıldı
Devlet, yayına son verme kararı alan siyaset kültürü dergisi İDEA
POLİTİKA'nın son sayısına bile tahammül edemedi ve yine toplatma kararı
aldı. Şişli 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nin aldığı ve 25 Mart günü tebliğ
edilen toplatma kararında Hükümet'in manevi şahsiyetini, cumhuriyeti
ve Askeri Kuvvetleri tahkir ve tezyif suçları işlendiği iddia ediliyor.
Yayın hayatına 1998 yılında atılan ve üç ayda bir yayınlanan İDEA
POLİTİKA, basın ve düşünce özgürlüğünü kısıtlayan 159. Maddenin aynen
uygulanması, bu nedenle siyasi yayın yapmanın imkansız hale gelmesi
nedeniyle yayınına son verme kararı almıştı. Dergi son sayısı olan,
Bahar 2002 sayısında kapak konusu olarak "İnsanlık Suçu"nu işlemiş,
Evren, Pinochet ve Miloseviç'i kapak yapmıştı. "Avrupada hala ayakta
olan tek totaliter rejimi normalleştirmek, demokratikleştirmek için
entelektüel bir mücadele veriyoruz. İçinde yaşadığımız otoriter oligarşik
sistemin diğer bir adı da 'Sinsi Totaliter Rejim'dir. Bizim hedefimiz
ülkenin biran önce gerçek demokrasiye kavuşarak, Avrupa Birliği'ne
üye olmasıdır. Aynı Arjantin gibi iflas halindeki Türkiye'nin başka
hiçbir seçeneği yok. Bazı aklı evveller vatana ihanet pahasına İran
ve Rusya gibi felaket senaryolarını ülkeye empoze etmeye kalksalar
bile, tek çıkış yolu Atatürk'ünde dediği gibi Batı'dır, yani bugünkü
adresiyle AB'dir" diyen Erol Özkoray sözlerini şöyle sürdürdü: "Otoriter
rejimi savunan statükocular ve Türkiye'yi AB'ye üye yapma hedefini
seçenler arasında iki kutup oluştu. Bu polarızasyon istensede istenmesede
sürecek ve giderek artan bir şiddette yükselecek. Çünkü bu ülkenin
geleceği ile ilgili olan bir kutuplaşma. Totaliter rejimi yönetenler
Türkiye'deki sistemi gitgide otoriterleştiriyor ve demokrasi hedefinden
uzaklaştırıyorlar. Zaman bizim lehimize çalışıyor, ancak ülkenin fazla
zamanı da kalmadı. Eğer bunları biz bugün söylemeyeceksek ne zaman
söyleyeceğiz? Gerçekleri ortaya koymanın ve açıkça söylemenin zamanı
şimdidir. Yarın çok geç olacak".

Türkiye'deki yerleşik sistemin içeriden değiştirmenin baskılar nedeniyle
çok zor olduğunu belirten Özkoray, "tek çözüm dış dinamikleri, AB'yi
harekete geçirerek, çağdışı ve anakronik rejimden demokrasiye geçerek
kurtulmaktır" dedi. Bundan böyle Avrupa Parlamentosu, AB Komisyonu
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği, Sınır Tanımayan Gazeteciler
gibi mesleki sivil toplum kuruluşlarını ve Batı basınını harekete
geçireceklerini belirten Erol Özkoray, "Türkiye'deki otoriter rejimi
adam etmek yani demokratikleştirmek için, her demokratik yol mübahtır"
diye sözlerine son verdi. İDEA POLİTİKA ve yayın yönetmeni hakkında
hala açılmış olan üç dava bulunuyor ve beş hukuki süreç devam ediyor.
Erol Özkoray hakkında toplam olarak elli yıla yakın hapis cezası isteniyor.
|