



Ana
Sayfa
Demokrasi
Dikkat Çekenler
Önce Demokrasi
AB Yolunda
Haklarımız
Savaşa Hayır
Sivil Toplum
Sivil Anayasa
Minidev'in Amacı
Kültür
K Dergisi
Kültür-Sanat
Çevre
Gey-Lezbiyen Kültürü
L.G.B.T.T Yazıları
Alternatif Tıp
Başucu Yazıları
Cinsel Yaşam
Doğan Cüceloğlu İle İletişim Dünyası
Farklı Renkler, Farklı Kültürler
Süryani Kültürü
Yahudi Kültürü
Ermeni Kültürü
Rum Kültürü
Diğer
Minidev'de yazmak ister misiniz?
Reklamlarınız İçin
İletişim
YAZARLAR |

|
|
|
Güncelleme:
31. 08. 2007
|
Dr.
İbrahim Kalın - Zaman:
Batı cephesinde yeni bir şey yok!
BARACK OBAMA'NIN DIŞ POLİTİKA VİZYONU

Türkiye, 22 Temmuz ve sonrasında cumhurbaşkanlığı seçimlerine yoğunlaşırken
ABD'de de seçim süreci ilerliyor. 2008 Kasım'ında yapılacak seçimlere
Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerin kimleri başkan adayı olarak göndereceği
2008'in ilk aylarında belli olacak.

Demokratlar kampında adaylar ister bayan, ister zenci olsun (ki iki
durumda da ABD siyasi tarihinde bir ilk yaşanacak), yeni isimler eski
bir problemle birinci derecede ilgilenmek zorunda kalacak:
Dış politika. Demokrat Parti'nin başkan adaylığı için mücadele eden
Barack Obama, rakibi Hillary Clinton ile kıyasıya mücadele
verirken, Foreign Affairs dergisinin son sayısında kendi dış politika
vizyonunu ortaya koyan bir yazı yayımladı. Yazı, Amerika'nın dünya kamuoyunda
sarsılan imajından küresel ısınmaya, yeni küresel aktörlerden terörizme
kadar pek çok konuyu ele alıyor. Fakat bütün bunlardan yeni açılımlar
öneren bir dış politika yaklaşımı çıkmıyor. Obama'nın yazısı
özetle "Batı cephesinde yeni bir şey yok" diyor.

11 Eylül sonrasında ABD'de yükselişe geçen güvenlik algısı, Obama'nın
yazısına damgasını vuruyor ve Amerikan ordusunun daha da güçlendirilmesi
gerektiği tezi öne çıkıyor. Soğuk Savaş dönemini güçlü ordu, etkili
caydırıcılık ve diplomatik manevralarla kendi lehine çeviren Amerika'nın,
birinci Körfez savaşından sonraki küresel düzen arayışlarına yine askeri
ve diplomatik güçleri birleştirerek yön verebileceğini ileri sürüyor.
Obama'ya göre Amerika'nın Irak'ta saplandığı bataklık, yanlış
bir tepkisellikle içe kapanmaya yol açmamalı. Tersine ABD'nin Irak Savaşı'nı
"sorumlu bir şekilde sona erdirmesi" ve dünyaya yeniden "eylem ve örneklikle"
liderlik yapması gerekiyor. Bunun için Obama 31 Mart 2008 tarihinden
itibaren ABD askerlerinin Irak'tan aşamalı olarak çekilmesi gerektiğini
savunuyor. Irak batağından (bir şekilde) kurtulan ABD, enerjisini Ortadoğu'ya
ve özellikle Filistin sorununa teksif etmeli. Küresel terörizm tehdidinin
altını defaatle çizen Obama, mücadelenin de küresel olması gerektiğini
söylüyor. Bunun için ABD ordusunun güçlendirilmesi, ABD'nin uluslararası
ittifaklarının artırılması gerekiyor. Bu da Rusya, Hindistan ve Çin
gibi eski ve yeni küresel aktörlerle daha fazla işbirliğini zorunlu
kılıyor. Geniş bir ittifak ve güvenlik alanı, nükleer silahların yaygınlaşmasını
önlemek için de hayati önem arz ediyor. Bu mücadelede "askeri tedbirleri
göz ardı etmiyorum" diyen Obama, önceliği diplomatik araçlara
vereceğini söylüyor.

Obama yeni bir şey söylüyor mu?
Buraya kadar yeni bir şey var mı? Bu dış politika vizyonu, neo-conların
değilse de Cumhuriyetçilerin dış politika yaklaşımlarından ne kadar
farklı? "Küresel terör" söylemini, dış politika vizyonunun merkezine
yerleştirmiş görünen Obama'nın bu varsayımdan dolayı yeni bir
açılım getirmesini beklemek mümkün değil. Sadece Amerika'da değil bütün
dünyadaki şahinlerin ve neo-conların etkin bir şekilde kullandığı "küresel
terörizm" söylemi, mevcut politikaların büyük oranda muhafaza edileceğini
gösteriyor. Küresel terörizmle mücadele adına yeni Afganistan'lar, yeni
Irak'lar, yeni el-Kaide'ler bulunacak yani ihdas edilecek gibi
görünüyor. Bu noktada Demokratların 2004 seçimlerinde John Kerry
ile düştüğü hatayı Obama da tekrar ediyor. "Güvenlik-terörle mücadele-önleyici
müdahale" çerçevesini bir defa esas kabul ettiğinizde "Bush doktrini"
olarak bilinen yaklaşımın dışına çıkmanız mümkün değil. El-Kaide türü
örgütler ve diğer terörist organizasyonlar gerçekten "ABD'nin yaşam
tarzından nefret ettikleri", demokrasi ve insan haklarını özümseyemedikleri,
vs. için terörist oluyor ve ABD'yi hedef alıyorlarsa, o zaman George
Bush'un öncülüğünü yaptığı "terörle mücadele" tamamen haklı gerekçelere
dayanıyor demektir. Buna göre Bush bazı taktik hatalar yapmış
olabilir; ama ana strateji doğru.

Obama'nın yazısından bu varsayımın doğru olduğuna dair imalar
var. Obama'ya göre terörizmle mücadelenin başarılı olabilmesi
için insanlara "onur ve fırsat" imkânlarının sunulması gerekiyor.
Yani "küresel terör"ün kaynağı olan Ortadoğu insanlarına tekrar onurlu
olma imkânını verir ve onlara ekonomik ve siyasi fırsatlar sunabilirsek,
terörizmin köklerini kurutabiliriz. Bunun için Obama'ya göre
İslam dünyasındaki "ılımlı güçler"in desteklenmesi gerekiyor. Yani İslam
dünyasındaki aşırılara karşı ılımlı çevreler güçlendirilmeli, böylece
"küresel terörizm"in kökleri kurutulmalı.

Bu tahlile göre sorunun kaynağı yine ABD dışındaki unsurlar; yani Ortadoğu'daki
şartlar, bölge dinamikleri, aşırı dinci gruplar, terörist örgütler,
vs. Bu işte hırsızın hiç suçu yok. Eğer durum buysa Obama'nın
terörle mücadeleyi önceleyerek Amerikan halkını ve dünya kamuoyunu yanına
alması mümkün değil. Çünkü bir şeyin aslı dururken insanlar onun taklidine
iltifat etmezler. Eğer güvenlik, biz ve onlar, yaşam tarzımız, demokrasi
düşmanları, vs. gibi söylemler esas kabul edilecekse, o zaman bu misyonun
gerçek sahibi Obama değil George Bush'tur. Eğer sorun
gerçekten böyle bir küresel terörizm ve onunla bu şekilde mücadele etmekse,
o zaman George Bush, Amerikan seçmeninin oyunu Barack Obama'dan daha
fazla hak ediyor demektir.

Ulus inşasına devam
Tahmin edin Obama'nın yazısı neyle bitiyor? Bütün bunlardan çıkan
tek bir sonuç var ve Obama da yazısını onunla bitiriyor: Ulus-inşası.
ABD'nin adeta psikolojik eşiği haline gelen bu misyonu, Obama'nın naklettiği
Roosevelt'in şu sözlerinde açık ifadesini buluyor: Amerika'nın gücü
"nihai iyinin yanında yer alırken, yakınımızdaki kötünün karşısında
yer alacaktır". Obama bütün insanlığın eşit olduğunu söylemesine rağmen,
Amerika'nın "ulus-inşası" misyonundan vazgeçmeyeceğini de söylüyor.
Irak'ın işgaline ve Ebu Gureyb rezaletine karşı çıkarken, yeni maceraların
her zaman mümkün olduğunu da ima ediyor ."

Oysa farklı bir şey söyleyecekse Obama gibi siyasetçilerin Amerika'da
yeni bir ulusal tartışma başlatması gerekiyor. "Küresel terörizm" söylemini
terk etmesi ve terörizm sorununun ortaya çıkışında Amerikan politikalarının
oynadığı rolü görmesi gerekiyor. Yeni siyasi liderlerin Amerikan vatandaşlarını
"küresel bir düşmanla karşı karşıyayız" fobisinden kurtarması hiç de
azımsanmayacak bir katkı olacaktır. ABD hegemonik bir güç olmanın ağırlığı
altında her gün daralan bir ülke. Soğuk Savaş döneminin ve iki kutuplu
dünyanın sunduğu imkânlar ABD'nin hegemonik bir güç olduğu gerçeğini
hem kısmen gizliyor hem de meşrulaştırıyordu. Fakat yeni siyasi ve ekonomik
merkezlerin oluştuğu dünyamızda ABD, "tek çıplak kral" olma ayrıcalığını
yitirdi. Eskiden komünistler var diye herkes görmezlikten geliyordu;
ama bugün solundan liberaline, milliyetçisinden Batıcısına herkes "kral
çıplak" diye bağırıyor. Eğer Obama ve diğer Demokratlar 2008 seçimlerinde
kendilerinin Bush'tan daha şahin olduklarını ispata çalışırlarsa, tarihi
bir hata yapmış olacaklardır.

Dr. İbrahim Kalın
Holy Cross Üniversitesi / Seta Vakfı Koordinatörü




Türkiye ABD'yle soğuk savaş mı yaşıyor?

Yaser Ebu Hilale - Radikal:
2003'te ABD'nin Irak'a topraklarından girmesine izin vermemesinin
ardından Türkiye, bu kez de İran'la bir enerji anlaşması imzalamayı
planlıyor. Görünüşe göre, Washington-Ankara ilişkileri yine gerilecek

Türkiye 11 Eylül olaylarından sonra uluslararası ilişkilere hâkim olan
karışıklık ve çözümsüzlüğe 'model' oluşturuyor. Bu ülke 11 Eylül sonrası
ılımlı İslam'a model olarak belirirken, ABD açısından da tarihi önemde
bir müttefike dönüştü. İncirlik Üssü Soğuk Savaş günlerinin şahidiydi.
ABD Başkanı George W. Bush da, terörle savaşında 'Haçlı Savaşı' ifadesini
kullandığı dil sürçmesini silmesini sağlayacak Müslüman müttefiklere
ve Türkiye coğrafyasına ihtiyaç duyuyordu. Zira Türkiye Irak savaşındaki
en önemli duraktı, Avrupa'daki Amerikan üsleriyle Irak arasındaki bağlantıydı.

Türkler oyunu anladı ve son ana kadar da kuralına göre oynadılar. Tayyip
Erdoğan başbakanlığındaki AKP hükümeti, 2003'te Türkiye'nin ABD'nin
Irak'a topraklarından girmesine izin vermesi karşılığında elde edeceği
büyük ödülü sağlama alan bir işbirliği protokolünü elde etti.

'Profesyonel bir aldatmaca' mıydı?
Bu protokol Türkiye'ye stratejik ve askeri rol vermekle kalmayıp ekonomik
avantajlar da içeriyordu. Göstergeler, Türkiye meclisinin Irak tezkeresinin
lehinde oy vereceğini teyit ediyordu. Sonuç altı oy farkla anlaşma aleyhinde
çıkınca da ortamı şok havası sardı; gözlemciler şaşkındı.

Acaba bu, AKP'li vekillerin, savaşa girmekten sakınacak biçimde ve ABD'yle
çatışmaksızın profesyonelce yerine getirdiği bir aldatmaca mıydı, yoksa
parti içi bölünmüşlüğün bir göstergesi miydi? Amerikalılar Türkiye meclisinin
kararını sıkıntı duyarak kabul etti ve Bush uçakta kendisine eşlik eden
gazetecilere Türk demokrasisine saygı duyduğunu söyledi. Zira Irak'a
yönelik savaşında zaten muhalifleri vardı ve Türkler de bunlardan biri
olabilirdi. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell da Türk sokaklarının
iradesine saygı gösterdiğini açıkladı. Milletvekillerinin oylaması bir
yana, anketlere göre Türk halkının yüzde 95'i de savaşa karşıydı.

İran'a yönelik savaş hazırlıkları gölgesinde de, yeni bir Türk-Amerikan
çatışmasının uyarıları beliriyor. Türkiye, ABD'nin İran'la çatışmasında
'mızrak başı' olmak yerine, Tahran'la enerji konusunda tarihi diye nitelenebilecek
bir önanlaşma imzaladı. Anlaşma Kazakistan doğalgazının İran-Türkiye
hattıyla Avrupa'ya taşınmasını öngörüyor. 'Kalın borular'ın gölgesinde,
Türkiye'nin eski Sovyetler Birliği cumhuriyetleriyle ilişkilerini geliştirme
amacı yatıyor.

'Yeni Osmanlılar', yakın tarihin derslerinden yararlanmaya çalışıyor.
Hocaları Necmettin Erbakan'ın Tahran'la 'asrın anlaşması' diye nitelenen
doğalgaz anlaşması konusunda gösterdiği kararlılık, iktidardan devrilmesini
hızlandıran nedenlerdendi. Fakat ABD Tahran-Ankara anlaşmalarına muhalefet
etse de, son anlaşma siyasi mesajlardan uzak ve ekonomik odaklı görünüyor.
Zira, Türkiye'nin enerjiye olan zorunlu ihtiyacını karşılıyor. Üstelik,
ABD yeterince enerjiye sahip olduğu halde enerji elde etmek için okyanuslar
ötesinde savaşa giriyorsa, yakın komşusuyla anlaşmalar imzalamak Türkiye'nin
hakkı.

ABD'yle Türkiye arasında çatışma işaretleri belirdi. Türkiye, Irak'a
komşu ülkeler toplantısının ilkine ev sahipliği yapacağı söylenirken,
toplantı Mısır'ın Şarm el Şeyh kentinde düzenlendi.

Öte yandan, yeni muhafazakârlar kendilerine Türk ordusunda müttefik
buluyor. Bu müttefikler İran'la işbirliğine şüpheyle bakıyor ancak PKK'yla
mücadele konusunda da ABD'den farklı düşünüyorlar. Türk askerlerine
göre Irak'ta kaybolan Amerikan silahları ABD'nin müttefiki Iraklı Kürtlerin
gözetiminde PKK'nın eline geçti.

İran tam anlamıyla dost değil
Acaba İran, enerji anlaşması sonrası Kürt ayrılıkçılarla mücadelede
de Türkiye'yle koalisyon mu yapıyor? Türkiye uzmanları İranlıların politikalarına
derin şüphelerin hâkim olduğu görüşünde. İran politikası enerji, pazar
ve nüfuz çıkarlarına dayanır ve Safevi-Osmanlı çekişmesi zihinlerinden
gitmiş değil. Zira İran'daki İslam devriminin amacı, sadece İran'ın
değil, bütün İslam dünyasının liderliği üzerinde bir çekişmeydi.

'Yeni Osmanlılar'sa bir tür liderlik rolü istiyor. Sabırla Avrupa'yla
köprü inşa ediyorlar; hayallerinde de İstanbul'u fetheden ve Viyana'yı
kuşatan halifeliğin askerleri var. İran'a yönelik Amerikan dolduruşlarının
gölgesinde Türkiye'yle açık bir cephe açılması uzak ihtimal. Fakat İran
savaşı bittikten sonra Türkiye cephesinin açılması muhtemel. Türkiye
Irak bataklığının derslerinin bilincinde. ABD'yle 'soğuk savaş', Irak
ve İran'la savaşın cehennemiyle karşılaştırıldığında cennet kalıyor.
(Ürdün gazetesi Ghad, 22 Ağustos 2007)


Baş
tarafını okumak için tıklayınız
|
Savaş
Karşıtı
Afişler

Küresel
Barış ve
Adalet Koalisyonu
 
Savaş
Karşıtları


Arşiv

TÜM
STK'lar
İÇİN TIKLAYIN
Yazarlar

Merih
Akalın

Zehra Akdoğan

Cengiz Aktar

Uğur Alper

Orhan Bahçıvan

Dr. Arı Balcı

Rüstem Batum

Şabo Boyacı
 
Doğan Cüceloğlu

Şuayip Dağıstanlı

Dilek Dalaklı

Önal Demirci

Tuğrul Eryılmaz

Aynur Gedik

Dr. Mehmet Gürsel

Hakan Kuyucu

Sevin Okyay

Hakan Onum

Dr. Erhan Özer

Dr. Ender Saraç

Robert Schild

Cem Şen

Aykut Tankuter

Umur Talu

Anna Turay

Metin
Yahya Üster

Aret Vartanyan

Dr. Nesrin Yetkin

Erol
Yurderi
Servisler
YENI Okurdan

Bizi desteklemek
İster misiniz?

Yardım

E-posta

Favorilerinize
Ekleyin

miniDEV'i
Tavsiye Et

İletişim

miniDEV'i
Ana Sayfanız yapın
|