GLK
Sinema



Querelle
Fassbinder'in 37 yaşındaki erken vedası öncesi son filmi
Querelle. Jean Genet'nin romanından uyarlanan hikaye,
Querelle adında bir denizcinin Brest limanında karşılaştıklarını
ve tanıştıklarını anlatıyor. Kahramanımız, herkesin kalbini
çalan bıçkın bir delikanlı. Durduğu limanda uyuşturucu satıyor.
Bir cinayet işliyor. Cinayeti başkasının üstüne atıyor
Fassbinder
ve/veya Genet'ye bulaşmış olup da filmi henüz görmeyen ortalama
bir zihin sanırız hikayenin basit bir macera filmi olmadığını tahmin
etmektedir. Tüm filme hakim olacak atmosferin ifade bulduğu ilk
sahnelerden biri, karakterimizin durduğu limanda uğradığı genelev-bar
karışımı mekanda karşılaştığı erkek kardeşi ile selamlaşmasıdır.
Bu sahne aynı zamanda kardeşler ve genel olarak erkekler arasındaki
ilişkiyi özetler. İki adamın gerilimli olduğu kadar homoerotik,
arzu dolu olduğu kadar şiddet içeren selamlaşma-sarılması; ringde
bir dövüş sahnesi, yataktaysa kolaylıkla sevişme olabilir. Filmin
ilerleyen sahnelerinde açıklık kazanacak arzu ve kıskançlık dolu
kardeşler arası bu çekim, Querelle'in henüz adını koymadığı
eşcinselliğinin de filmdeki ilk tezahürüdür.
Anarşist
bir auteur ve suçlu bir yazarın elinden çıkmış bir filmden beklenebileceği
üzere, suç ve suçlunun estetiğidir yakalanmaya çalışılan. Ancak
toplumun hakim düzenine de bir iki laf ederek... Filmde tanık olduğumuz
dünyanın kaçınılmazı olmasına rağmen kabul edilmekte zorlanılan
eşcinsel ilişki, pratikte var olanı hayali ahlak çerçeveleriyle
reddetmekte zorluk çekmeyen toplumun iki yüzlülüğüne dair açık bir
Fassbinder eleştirisi taşır. Eşcinselliğiyle barışmakta zorlanan
Querelle'in kendini bulacağına dair öngörüde bulunan
Lysiane'ın bu öngörüyle neyi kastettiği açıktır. Birbirinin
kollarında, açıldıkları denizde, birbirlerine attıkları her yumrukta
ötekine ulaşamayan tüm karakterlerin tek derdi belki de, kendilerine
uzak olmaları, kendileriyle tanışmayı reddetmeleridir. Querelle
işte Brest limanında, diğer tüm karakterlerin yanında, kendiyle
tanışır. Kardeşi başta olmak üzere diğer tüm erkeklerde vücut bulan
kendiyle tanışır.
Tanıştığı
kendisi, bir katil, uyuşturucu kaçakçısı; aşık olduğu adamı
ele verecek kadar aşağılık bir kendidir. Kendini reddetmekse,
toplumun onun için hazırladığı en konforlu yer gibi görünen bir
kadının yatağını mezar yapar ona. Kendini dokunamayacağı
bir tene mecbur kılarken, tüm sevme ve sevilme potansiyelinden de
mahrum bırakır. Ölümün en kötüsü, işte toplumun hazırladığı
o doğuştan dayatılan yatakta yatmayı kabul edenin aldığı sessiz
nefestir.
Denizciler,
suçlular, suçluları yakalayanlar arasındaki sürekli başarızlıkla
sonuçlanan ilişkilenememe halinin tek kadını, onların ilişkileri
hizmetinde araçsallaşmış, genelev-bar karışımı mekanın sahibesi
Lysiane'dır. Eşcinsel kocasıyla olan evliliğinin olduğu gibi,
tüm oyunun da dışındadır. Çünkü dünya kadını ötekine ya da kendine
ulaşmak için kullanan erkekler dünyasıdır. Bir erkeğin diğerine
karşı girdiği iktidar mücadelesinin, havada uçuşan yumrukların,
birbirini yüzü koyun masanın üzerine yatıran terli ve kaslı bedenlerin
içinden bir türlü çıkamadıkları tatminsiz bir kendi arayışının
sadece figüranlarıdır kadınlar.
Fassbinder
imzası bir mutsuzluğa, acıya ve sevgisizliğe mahkumiyetin yanı sıra,
dünyayla suç üzerinden bile olsa bir ilişkilenmenin mümkün olduğuna
inanan ekşi-tatlı Genet sosuna bulanmış 108 dakikayı izlerken,
yaşamak zorunda bırakıldığımızın mümkün alternatifinin bu kadar
da ürkütücü olmadığını hatırlamakta yarar var.
Neşe
Ceren Tosun



|