Güncelleme:
08. 09. 2007
GLK
Editörü'nden...

Şehrin Hayaletleri

Eşcinsel
kültür ve şehir ilişkisi, Foucault'dan Didier Eribon'a
eşcinsellik üzerine düşünen ve yazanların sıkça ele aldığı bir konudur.
Eşcinselliğin bir cinsel edim olarak insanın olduğu her yerde var
olduğunu, bir şekilde örgütlendiğini biliyoruz
ama eşcinselliğin bir kimlik olarak en rahat yaşanabildiği, toplumsallaşabildiği
ve örgütlendiği alanlar şehirleşmenin ve şehirlileşmenin
olduğu yerlerdir.

Bu ilişkinin üzerine düşünürken iki önemli noktanın üzerinde durmamız
gerekir; birincisi eşcinsellerin, 'tanıdıklarla' örülü küçük bir
yerleşimden, kasabalarından, köylerinden, anonim olabilecekleri,
ailelerinden, baskıcı çevrelerinden uzaklaşabilecekleri ve kendi
hayatlarını kurabilecekleri büyük şehirlere gelmeleri bilindik ve
çoğunlukla doğru bir hikayedir; fakat homofobiden arınmış bir şehir
fantezisini abartmanın doğru olmadığını da bilmemiz gerekir. Zira
köyünde, kasabasında kalıp farklı hikayeler yaşayanların olabileceği
gibi, şehre gelip daha kıskıvrak sarılıp homofobi içinde boğulanlar
da vardır. Yazının başında şehirleşme ve şehirlileşme
olarak ayrı iki kavramı belirtmemin nedeni budur, şehirlilerin olmadığı
bir şehir daha baskıcı bir köy olabilir. İkinci olaraksa, şehir
hayatının anonimlik sağlamasının yanında, eşcinsel bireylere yalnız
kalmamalarını da vaad edecek daha geniş ağların, tüketim
ve boş vakit mekanlarının, dernek ve örgütlerin varlığıdır ama
bu ağlardan nasıl ve ne kadar faydalanılacağı da kişinin politik,
ekonomik ve sosyal birikimiyle çok yakından ilgilidir.

Şehirler, hep bir başkası da dile dolanan Paris, Londra, Berlin,
Amsterdam, New York, San Fracisco gibi belirli bir eşcinsel yaşamı
şehir(li) hayatına yedirmiş şehirler, eşcinsellerin başka
bir 'dünya' ya da en azından başka bir 'yer' hayallerinin oluşturduğu
mitlerdir. Bu şehirler eşcinsel yaşam ve örgütlenmede önemli
adımlar atabilmiş olsa da yeryüzünde homofobi ve heteroseksizmin
var olmadığı bir yer yok.

İstanbul, çok büyük bir şehir... Binlerce EBT bireyi çağıran güçlü
bir merkez, ya arada nefes almak için kaçılan bir tatil yeri,
ya da bir gün, bir süre de olsa taşınılması gereken bir çekim alanı...
Ankara, İzmir gibi diğer büyük şehirlerde yaşayan EBT'lerin, eşcinsel
yaşamı bir yerinden yakaladıkları, sevdikleri ya da hiç sevmedikleri
bir kent. İstanbul'un tüketim endüstrisi ve ticari zekayla yoğrulmuş,
görünürlüğünü olan EBT'lerin yaşattığı, kafeleri, barları, restoranları
olan bir eşcinsel yaşamı kadar, gizlice gidilen, 'açılmadan' yaşanan
saunaları, klüpleri, hamamları ve her geçen gün güçlenen Lambdaistanbul,
BÜ-Legato, Bilgi Gökkuşağı gibi örgütleri var, ama İstanbul hala
EBT'lerin, ister toplum ister devletin kurumları tarafından olsun,
her an korkutulabileceği, aşağılanabileceği, 'ibreti alem' olsun
diye cezalandırılabileceği bir yer olmayı da sürdürüyor bir yandan.
Polisin iş yaptığını ispatlamasının malzemesi oluyor EBT bireyler,
tıpkı seks işçileri
ve göçmenler gibi. Geçenlerde, İstanbul'da eşcinsel bir bar çıkışı
polis şiddetine maruz kalan eşcinselin tartaklanması, taciz edilmesi
tam da polisin bu korkutma, yıldırma ve kendini topluma gerekli
hissettirme politikalarından biri.

Şehri 'düzenlemek' ve yönetmek için birilerinin hayaletleştirilmesi
gerekiyor, buna karşı yapılması gerekense daha çok cemaatleşip
gettolaşmak değil haklarını savunabilmek, mücadele edebilmek ve
örgütlenebilmek olmalıdır.
Şehirde tek bir hayalet bile kalsa yapılacak çok iş var demektir.

Önal
DEMİRCİ


Diğer yazıları için tıklayın
|